Al bir örnek, ‘Kadına dokununca bozulan abdest, yetimin malını yiyince de bozulsa’. Bir, bu İslam’ın genel görüşü değil sadece bir mezhebin (Şafii’nin) görüşü. İki, abdestin bozulduysa yenilersin olur biter, yetim hakkı yemişsen iadesinin yanında bağışlanması yetimin rızasına bağlı.
Hayatın akış debisini belirleyen sizden farklı bakışa sahip bir irade ise size kalan, akıntının dalgalarına kulaç yetiştirmek olacaktır. Oysa gücümüzü akıntının dışına çıkmaya ve kendimizi dinlemek için fırsat yakalamaya çabalasak belki de durumu değiştirecek bir yol buluruz. Değilse bir süre sonra attığımız kulaçlar kendi boynumuza dolanmaya başlar, şu aralar yaşadığımız da bu. “ Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” Ziya Paşa’nın beytine hayat hakkı kalmadı gibi. Kişinin eserine bakıyorsunuz yani yapıp ettiklerine yanlış, eleştiri yapanın yaklaşımına bakıyorsunuz o daha da vahim. Al bir örnek, ‘Kadına dokununca bozulan abdest, yetimin malını yiyince de bozulsa’. Bir, bu İslam’ın genel görüşü değil sadece bir mezhebin (Şafii’nin) görüşü. İki, abdestin bozulduysa yenilersin olur biter, yetim hakkı yemişsen iadesinin yanında bağışlanması yetimin rızasına bağlı. Ayrıca abdestin bozulması suç değil, yetim hakkı yemek ise zalimane bir davranıştır.
Başka bir örnek daha; adam hırsızlık yapar (nitelikli), hak yer, kayırma yapar, namaz da kılar oruç da tutar. Evet, bütün bunlar hakikat, hatta arka planı olan işler. Aslında kişi namaz ve oruçla aklınca bilerek yaptığı yanlışları meşrulaştırma çabası içinde olabilir, yani özrü kabahatinden daha büyük. Maun suresinde ifadesini bulduğu gibi ‘namazından gafil’ ya da ‘gösteriş için namaz kılma’, camide hem de en önde saf tutarak. Ne usul, ne üslup, ne ahlak, ne de dinin hukuku bunu asla meşru görmez, görmemiştir.
Mesele inandığını söyleyen birinin değerlerine ters düşmesi, günah bildiği yanlış gördüğü fiilleri işlemesi ve birilerinin de bundan rahatsız olması. Sevindirici olan rahatsızlık duyanların varlığıdır. Arzu edilen rahatsızlık duyanların yanlış yapanları baskılayacak düzeye gelmesidir. Mevcut haliyle şikayet konusu edilen şeyin sosyal boyutu ile beraber daha çok ahlaki anlamda eleştiri konusu edilmesi gerekir. Endişesi duyulan bu ahlaki yanlışın toplumsal çürümüşlük ve makro düzeyde davranış haline dönüşmesidir. Ahlaki davranış bozukluğu olarak değerlendirilen fiillerin eleştirisi yapılırken de azami derecede ahlaki davranılması gerekir. Ancak günümüzde eleştiri için kullanılan platformlar ve yöntemler sözün etkinliğini azaltan niteliktedir.
İbadet, namaz, oruç, bir duruştur, bir tercihtir, sözden öteye bir haldir, tavır almadır. Eğer biz fasit kıyaslarla sanal ortamlarda Müslümanların davranış ve eylemlerine bu türden eleştiriler yapmaya devam edersek, kınadığımız durumun mubahlığına zemin hazırlamaya katkı sunarız. Bu dil bizim dilimiz değil. Bu dil vahyin ifade ettiği ‘hikmetli söz’ dili değil, güzel dil ile yapılan ‘çağrı dili’ değil. Ortaya söylenen sözlerin sahipleneni olmaz. Vahyin perspektifinde yanlışın, hatanın, günahın ifşası yoktur. İfşa eğer karşılıksız kalıyorsa, meşruiyetine fırsat tanımak anlamına gelir. Bu üslup vahyin önermediği, kabullenmediği bir yol ve yöntemdir.
Bu eleştiri biçimi beraberinde yeni bir yaklaşımı da getirdi. İyi bir insan isen dinin mezhebin milliyetin bir önemi yok anlayışı! Kul hakkını, yetimin malını yemiyorsan deist misin, ateist misin benim için fark etmez. Evet, Müslüman bu kadar esnek ve geniş bir hoşgörüye sahiptir, bu da inancının gereğidir, yoksa böyle bir derdimiz olmazdı. Müslüman olarak ilkeli, erdemli olan ama Müslüman olmayan biriyle ne zaman problem yaşar olduk ki? Haklının hakkını vermek İslam’ın emri, Müslüman’ın da görevidir. Hayatın içine girdikçe insanlar ile sosyal ekonomik, yönetsel ilişki kurdukça eylemlerimiz artar doğru ya da yanlış olarak değer kazanır. Müslümanların hayatın içinde olmaları bugüne ait bir durum değil geçmişten günümüze süregelen bir süreçtir.
İslam’dan anladıklarımızla ile ilgili yoğun tartışmayı bizatihi Müslümanların kendileri tarafından yapılmaktadır. Algı olarak sanki hak hukuk gözetmede duyarsızlık, inanan insanın ibadetlerle beraber yaşam biçimi haline geldiği intibaını doğurmaktadır. Oysa olay gerçekte böyle değildir. Durum biraz da durduğumuz yere haksızlık yapma anlamına gelmez mi? Eleştiride kullanılan dil ve üslup bireylerin yaptıkları hataları aşıp sahibi olduklarını iddia ettikleri düşünceye yönelmektedir. Görünen o ki durum baskın kültürün akıntısına kapılmaktır. Artık öyle bir hal gelindi ki vahyin kendisinden, peygamberin hayatından ya da tarihten getirilen örneklerin bir anlamı kalmaz oldu. Sebep olarak yaşamayı göze almaktan çok konuşmayı tercih ettiğimizden olsa gerek. Yaşamanın bir bedeli var iken modern hayatın iletişim tarzında sözün değeri kalmamıştır.