Ateşin suyu yaktığı bir karmaşadır bu ezildikçe eriyen bu yolda , yağmur damlalarından kendime yaşlar edindiğim bir mevsim geçişi bu kandil misali yiten bu yolda...
Öldürdüklerinizi gömün demiş üstad. Kırığın birini bin edip , gökyüzüne pay ettik. Her zerresinden hüzün yağıyor. Kimine şiir şiir gelir , kimine tatlı bahar esintisi...
kırgınlıklar harlanıp çıkagelirmiş ya hiç de anlamamıştım bu mahzenleri. Damla damla çekiyordum acıları. Ateşin suyu yaktığı bir karmaşadır bu ezildikçe eriyen bu yolda , yağmur damlalarından kendime yaşlar edindiğim bir mevsim geçişi bu kandil misali yiten bu yolda...
Yetmiş miydi bu söylemler , yetebilmiş miydi hapsolunmuş söz oyunları ?
Bilir gibi olmuştum hafiften...
İçimde yer edinmiş gergin fırtınalar yerini çisentiye bırakıyor gibiydi ...
Her cümle yarım kalıyordu işte . Bir şeyler hep yolunda gibiydi . Ricalar naifeydi, hasılı bir tablo gibiydi her şey, belki de yalnızca birçok şey...
Kağıttan bir gemi . Kocaman denizlerde yol alıyor gibi , diye kalbinde büyüttüğü deryalarla gözleri ışıldayan , bir de bu sanrıları kendine " hayal " edinen çocuklar iyi bilir ...
Öldürdüklerimizi kalplerimize gömdükçe gökyüzü maviye boyanmayacaktı. Acılardan kurtulmak lazım olurdu bu han yolculuğuna, bir de " anlamak " lazım olurdu tüm bu emsallere .
Belki o yankıda anlaşılırdı tüm bu kalp ağrısı ...
Hasıl-ı kelam, şu üzerimizden atamadığımız ölü toprağa değer mi ?