KIRIMIZI KAR
Deprem, psikolojik sanrılar, kriz anında değişen insan davranışları...
Bir grup insanın yaraya merhem olma uğraşı. Vefa, sevda ve psikolojik gerilim üçgeninde kurgu ve hakikat arası kahramanlarını ve karakterlerini bu topraklardan alan bir deprem romanı.
Şubat ayının henüz başıydı. İnsanlar yüzyıllar boyunca konuşulacak büyük bir acıyı, dondurucu bir soğuğu ve enselerinden girip bütün vücutlarına yayılan o korkuyu aynı anda yaşıyorlardı. O gece yerin altı, hıncını yerin üstünden çıkarmaya başlamıştı. Her haneden kopup toprağa düşen bir yan, sokaklarda yaşam ile boş vermişlik arasında gidip gelen zamanlar yaşanıyordu.
Şehirde; kargaşa, umut ve yaşam aynı anda ve aynı yerde filizleniyor; meydanlarda insanlığın iki silueti aynı anda dolaşıyordu. Kaos, insanı kendisine yabancılaştırıp onu bencil haline dönüştürüyordu. Sokağın bir tarafında insanlığın ilk günden beri bencillikten kopmayan hali, diğer tarafında ise insanlığın içinde yer edinen vefakâr hali duruyordu. Bu iki hal aynı sokakta, aynı anda var oluyordu. Hangi hal baskın gelirse diğer hal anlamsızlaşıyordu.
Vefa ile sevda, beklentilerin tükendiği anda kendine döndü, kadim geçmişine yaslanarak sokaklarda büyüyen kifayetsizliğe ve karmaşaya meydan okudu.
Zaten hayatın ilk harcı da vefa ve sevda değil miydi?