Şu gök kubbenin altında en tahrip edici, en yıkıcı etkilere sahip afetlerin başında hiç şüphe yok ki depremler gelmektedir. Dünyanın düzeyini meydana getiren katmanların kırılması sonucunda depremlerin oluştuğunu hepimiz biliyoruz. Kırılma noktalarına yakın yerlerde daha fazla can ve mal kaybına sebebiyet vermektedir deprem. İzmir, Malatya, Elazığ, Van, İstanbul, Gölcük ve Düzce depremleri çok yakın tarihlerde yaşadığımız en şiddetli tahrip edici ve yıkıcı depremlerdir. Depremlerin oluştuğu anı, etkisini ve sonuçlarını kelimelerle izahı mümkün olmasa da bu unutulmayacak büyük olayı; aklımın erdiğince, duygumun yettiğince, parmaklarımın ucunu yorana değin anlatmaya çalışacağım. Her türlü duyguyu en güzel ifade edildiği türün şiir olduğuna inanarak iki mısra ile ruhumun derinliklerini bu ruhsuz kâğıda yazarak can vermeye çalışacağım:
Saat dört on yedi salı, en derin acıların şeb-i yeldası,
Nefes alıyorken güzel yaşa, geçen anın yoktur kazası.
Ölmenin yaşı yok. Muhakkak ki deprem yaşlı, genç, çocuk demeden; bir zifiri karanlıkta, aralıksız yağan yağmurun eşliğinde alıp götürdü meçhullere. O en uzun gecede kurduğumuz hayallerin, planladığımız işlerin, hazırlığını yaptığımız sıradan şeylerin hiç ummadığımız bir anda enkaz yığınının altında kalacağını hangimiz bilebilirdik söyler misiniz? Son defa sevgi sözcüklerini sarf etmek, son kez sımsıkı kucaklamak sevdiklerimizi, son defa dertli kalemi ruhsuz kâğıtla buluşturup bir şeyler çizmek ya da karalamak; son kez muhabbet etmek, tartışmak, dinlemek, görmek, hissetmek, tahayyül edip ayrılmak vesaire. Bir noktalı virgül misali birçoğunun yaşamı sona erdi; aşılması gereken yollar, iyileştirilmesi gereken hayatlar, acil bir şekilde tamamlamayı bekleyen işler ve son demler… Her an her şeyin değişebileceği bir yeryüzünde yaşadığımızı unutuyoruz çoğu zaman. Onun için bize armağan edilmiş bu ömrü çoğu zaman beyhude işlere, anlık öfkelere, sonu gelmeyen kinlere bir bozuk para gibi harcıyoruz maalesef. Bazılarının amel defterini erken kapatır hayat, bazılarının ise satırları sonuna kadar doldurmaya müsaade eder.
Yüreğimde zelzeleler, kafamın içi enkaz yığını, her yer karanlık,
Gülümsemelerimizi toprağa gömdük, nefes alışlarımız ise anlık.
Toprağa gömülen gülümsemelerin yeşermesi, dallanıp budaklanması için bir şeylerin yapılması gerekmez mi? Aldığımız nefesi başkalarının ölmüş umutlarına ikinci bir hayat bahşetmesi için harcamaya çalışmanın zamanı gelmedi mi? Karanlığa küfredeceğimize bir mum misali hem aydınlatmanın hem de can vermenin, ruh bağışlamanın vakti değil mi?
Dünyalara sığdıramadığım hayallerim vardı,
Enkaz altında şimdi ruhum, bedenim, sevdiklerim,
Paramparça tüm mekânlar, kör ve lal olmuş her yer,
Rabbim bak, şu sana uzanan benim çaresiz ellerim!
En derin acılar yaşanıyor şu gök kubbenin altında,
Mecalimiz kalmadı, insanlık da can çekişiyor derim.
Hayallerimiz enkaz altında can çekişirken; ruhumuz, bedenimiz umutlarını yitirmek üzereyken, mecalimiz kalmamışken, deprem bölgesinde hiçbir çıkar gözetmeden canla başla çalışan sivil toplum kuruluşları, dernekler, diğer ülkelerden gelen yardım ekipleri, kendi küçük yüreği kocaman miniklerin yaşıtlarına gönderdiği oyuncaklar, yüreği ısıtan güzel notlar ve temenniler, ülkemizin çeşitli il ve ilçelerinde vatandaşlarımızın teslim ettiği poşetlerin içerisinden madeni para dolu kumbaraların çıkması, kendi kışlık erzaklarını dahi hiç düşünmeden gönderen bu fedakâr toplum insanı ve insanlığı yaşatmanın uğraşını verdi aylarca. 1941 doğumlu bir nine (beli bükük bir ihtiyar), depremin ertesi günü bütün parasını almış kızıyla birlikte bankaya gitmiş hacca gitmek için biriktirdiği parasını depremde fark u zaruret içinde perişan olan depremzedelere vermesi, Yozgat Ovakent'te Sultan Teyze binbir güçlükle besleyip büyüttüğü danasını deprem günü mağdur olanlara göndermesi, sosyal medya hesabından açıklama yapan birçok ünlünün para yardımında bulunması, birçok AB ülkesi ve diğer ülkelerin elini taşının altına koyup, elinden geleni yapması insanın hayatta umudun yitirilmemesi gerektiğini öğretti. Yardımlaşmayı bir ibadet kabul eden yeryüzündeki tüm yüreği güzel insanların tek yürek olması bir nebze olsun kanayan yaraya merhem oldu. Güveni, merhameti sevgiyi, adamlığı, insanlığı, kardeşliği bu deprem sürecinde iliklerimize kadar hissettik. Acıların, üzüntülerin, yoksullukların paylaşıldıkça gerçekten azaldığına tanık olduk. Bu yüce duyarlılıklar bize bu zor günlerin elbet geçeceğini, yeniden güzel şeylerin olacağını, umutların yeniden yeşereceğini; toprakta çiçeğin tekrar açacağını, yeniden içten tebessümlerin olacağını, gösterdi. Yeter ki içimizdeki insani duygularımızı muhafaza etmeye gayret gösterelim.
Ufukta ömrümüzdür batan Güneş değil,
İnsana değil de artık insanlık yoluna eğil,
Dili, dini rengi, ırkı, vatanı ne olursa olsun; mazlum, çaresiz, kimsesiz, mağdur insanların derdine derman olmak ancak erdemli, kendini gerçekleştirebilen insanların yapacağı bir eylemdir. Hayatta her daim insanlık yoluna hizmet etmek icap eder.
Yaşamayı ciddiye alacaksın,
Yani o derecede, öylesine ki,
Mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
Yahut kocaman gözlüklerin,
Beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
İnsanlar için ölebileceksin,
Hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
Hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
(Nazım Hikmet RAN)
Tam da budur onurlu yaşamak. Yüzünü dahi görmediğimiz insanlar için ne yapılması gerekiyorsa insanlık adına yapmaktır bizi eşref-i mahlûkat kılan. Felaketler, savaşlar ve yıkımların izleri başka nasıl silinir; acısı nasıl hafifler.
Yardımlaşma ve dayanışma kavramları toplumların makul düzeyde uyumlu ve barışçıl bir şekilde varlığını sürdürmesine yardımcı olur. Bu toplumsal olguların da varlığı gerekli ve o kadar da önemlidir yoksa insanların hayatlarını sürdürebilmesi oldukça zordur. Toplumların var olmasının da ana kaynağı dayanışma kültürünün devam edilebilmesi ile mümkündür. Bütün insanlar eşittir düsturu ile hareket ettiğimiz vakit adalet duygusu ön plana çıkar ve böylece yeryüzündeki tüm insanların temelde kardeş olduğu fikri kabul görür. Dayanışma ve yardımlaşmanın temel özelliği toplumsal olması, birçok farklı inanış ve düşüncedeki insanları bir araya getirip aralarındaki bağı güçlendirmesidir. Depremden sonra vücuda gelen seferberlik eylemlerinin dayanışma ve yardımlaşma ekseninde değerlendirilmesine konu ettiğimiz faaliyetler sonucunda harap ve bitap düşmüş depremzedelerin bir nebze olsun acılarını hafifletmiş ve insanlar kardeştir anlayışıyla da ayağa kalkmasını başarmıştır. Dayanışma ve yardımlaşma kavramları hakkıyla uygulanmaya çalışıldığında aslında bu dünyanın bütün insanlarının rahat, huzurlu, mutlu, adil ve kaygısız yaşayabilmesi için birbirine muhtaç olduğunu gözler önüne seriyor. İnsanları ve toplumları birbirine düşman eden hangi düşünce, izm ve ideoloji olursa olsun engellenmesi gerektiğini gösteriyor. İlk insan cinayetini hatırlayalım bir kıskançlık uğruna, kardeşini gözünü kırpmadan öldüren Kabil’in amacı ne olursa olsun büyük bir insanlık suçu işlemiştir. Mevzubahis ne olursa olsun bir insan öldürmenin hiçbir gerekli açıklaması olamaz. İnsanı öldürmekten ziyade yaşatmak temel amacımız ve hayatta temel prensibimiz olmalıdır. Savaşın kavganın yıkımların insanlara getirdikleri ile yardımlaşma ve dayanışmanın insan ve insanlığa getirdiği bir olabilir mi?
Yenilmiyoruz şair, yenileniyoruz,
Küllerimizden yeniden doğuyoruz,
Bedenimiz ruhumuz enkaz altında olsa da,
Bize ikinci bir ömür verildiğini biliyoruz,
Şair çay koy hayata yeniden başlıyoruz.
Bilinmelidir ki her yıkım yeni bir yapılanmanın başlangıcıdır. Yenilenme çok yönlü karmaşık bir kavramdır. Yenilenme: bireylerin, toplumların; yaşadıklarından, yaşattıklarından gözlemlediklerinden, okuduklarından, izlediklerinden hareketle mevcut verileri bilgileri gözden geçirmesi yeni bilgi ve beceriler edinmesi değişmeyi ve öğrenmeyi öğrenmesi ve bütün bunları hayatının bir parçası haline getirip bir yol haritası çizmesidir. Gerek yaşadıklarımızdan, öğrendiklerimizi somut bir şekilde hayata geçirerek bundan sonraki süreçte olası bir afetten, depremden, salgından daha az etkilenmenin yollarını aramalıyız. Bu felaketler bize bilimi, teknolojiyi ve üretmeyi hayatımızın merkezine yerleştirip gereken tüm tedbirleri almayı gerekli kılar. Depreme dayanıklı bir bina, deprem kuvvetlerine dayanacak şekilde özel olarak tasarlanmalıdır. Binaların uzun ömürlü olması kadar deprem kuvvetlerine dayanması için de temelini sağlam olması çok önemli olduğunu öğrenmiş olmamız gerekiyor. İnşaatlarda kullanılan beton kaliteli olmalı ve masraftan kaçınılmamalıdır. Mevcut zemine uygun bir şekilde binanın katsayısı belirlenmelidir. Bir yerde risk durumu arttıkça katsayısı azalmalıdır. Kolun ve kirişlerin sağlam dayanıklı ve tam olması gerekir. Ruhsatı olmayan binalardan mutlaka uzak durulmalıdır, bilindiği üzere ruhsatsız binalar bir yapı için gereken güvenlik kriterlerini ve yasal gerekleri karşılamıyor. Binalar sağlam bir denetimden geçilmiş olması şarttır. Evimizi depremden korunmak için düzenli olarak testler yaptırmamız gerekiyor. Deprem dayanıklılık testleri sonucuna göre kolun, kiriş ve yük dağılımlarının güçlendirilmesi gerekiyor.
Bizi zelzele titretti, ihmal öldürdü,
Feryadınız dağları, taşları böldürdü.
İhmalin hayatımıza nelere mal olduğunu hepimiz tecrübe ettik sanırım. Her zaman acıların paylaşılmaması için, çocukların anne babasız, kuşların yuvasız, anıların sahipsiz, hayallerin umutsuz, kalemin kâğıtsız, okulların öğretmen ve öğrencisiz olmaması için bundan sonraki süreçte attığımız her adıma dikkat ederek bilimin, üretmenin ve teknolojinin çizgisinden şaşmamalıyız ki Dimyat’a giderken evdeki bulgurdan olmayalım. Japonya, çok büyük yıkımlardan ders çıkararak kendini yeniledi depreme en dayanıklı binalarda kauçuk izolatör mesnet denilen ve devasa davullara benzeyen deprem yalıtım malzemeleri kullanmaya başladı. İnsan hayatının her şeyden önemli olduğunu anlamış olmamız gerekiyor. Sarsıntı sırasında ayakkabımızı daha giymeyip canımızı kurtarma derdine düştüğümüz unutulmamalıdır.
Eğitimledir derim cümle insanlığın kurtuluşu,
Yoksa aşabilir miyiz sizce bu büyük yokuşu.
Tüm halkı iyi bir eğitimden geçirerek bir daha böyle büyük felaketlere gözyaşı dökmemeliyiz. Zararın neresinden dönersen kardır anlayışıyla hareket edip ivedilikle yaraları kapatıp izlerini elimizden geldiğince silmeye çalışmalıyız. Yardımlaşma ve dayanışmanın her daim felaketlerle özdeşleşmemesi için olacaksa bir şikâyetin ölümden olması için ağlayıp yas tutmanın zamanı değil işe koyulup daha mutlu, daha huzurlu, daha umutlu bir gelecek inşa etmeliyiz ki gelecek nesillere güzel bir miras bırakabilelim. Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere yardımlaşma ve dayanışma ile cehennem olsa gelen göğsümüzde söndürürüz çünkü bu dünya hepimizin. Bundan dolayı bu tür felaketlerde tüm dünyanın tek yürek olması gerekiyor. ‘’Bir elin nesi var iki elin sesi var.’’ atasözünde anlaşılacağı üzere yardımlaşma ve dayanışma ruhu genlerimizde yerleşmiştir aynı zamanda. Deyimlerimizde, türkülerimizde, şiirlerimizde birliğin beraberliğin önemi her daim zikredildiği aşikârdır. Bir mum diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybeder mi sadece depremleri, salgınları, felaketleri yaşayanlar yardıma muhtaç değildir. Varlığın, mutluluğun, huzurun, refahın da paylaşılmaya ihtiyacı vardır. Belki de hep mutluluğumuzu paylaşmadığımız için felaketler bizi bir araya getiriyor. Şunu ifade etmek gerekiyor ki mutluluğu da paylaşıyor lakin çok az.
Bizi ayakta tutan, bizim var olmamızı sağlayan hiç şüphe yok ki dayanışma ve yardımlaşma ruhudur. Bunu en güzel örnek Kurtuluş Savaşı’dır. Bundan sonraki kurtuluşumuz, yaşadıklarımızdan ders çıkarıp yepyeni bir yeryüzü inşa ederek tüm dünyanın huzur içinde yaşadığı bir alan açmaktır. Savaşların, cinayetlerin, ötekileştirmelerin, kıyımların, asimilasyonların, katliamların olmadığı sınırların silinip tüm dünyanın vatan olduğu bir anlayış geliştirip cümle insanın kaygısız yaşayabileceği bir yeryüzü inşa etmenin zamanı geldi da geçiyor sanırım.