Nuh Nebi’den Günümüze “Günah Keçisi”
Kaynağını mitolojiden alan “günah keçisi” ifadesi dini içerikli bir uygulama (ritüel) olup hikayesi en az dört bin yıl öncesine dayanır. Ritüeli günümüze taşıyan inanç sahipleri ise Yahudilerdir.
Yahudiler her yılın hasat dönemi sonunda, Kefaret Günü (Yom Kippur) adıyla bilinen bir bayram kutlaması yaparlar. Kutlama kapsamında bütün günahlarını, sembolik olarak, bir erkek keçinin sırtına yükleyip çöle, ölmeye kışkışlarlar. Böylece, yıl boyunca işledikleri günahlarının bir keçinin feda edilmesi karşılığında Tanrıları tarafından affedileceğini ümit ederler.
Esasında feda edilmesi gerekenler Rab’ın koyduğu kuralları çiğneyen günahkâr Yahudilerdir. Ancak kural bin yıllar içerisinde değişime uğrayarak, insan yerine, daha kolay kabul edilebilir “keçi”nin konulduğu anlaşılmaktadır
İsa Peygamber’in insanlığın kurtuluşu için çarmıha gerilmeye gönüllü olup kendini feda etmesi vakası bu ritüelin daha somut ve etkileyici bir biçimidir. İsa Peygamber’in başkalarının kurtuluşu için kendini trajik bir biçimde feda ettiğine dair yerleşik hal alan inanç, onun temsil ettiği dinin hızla yayılması ve etkili olmasında önemli bir etken olmuştur.
Tanrının gazabından koruyacağı inancıyla, Yahudilik din kurallarına giren bu “Günah Keçisi” uygulaması, aynı içerik ama farklı biçimlerde ilkel dinlerden tek tanrılı dinlere kadar birçok dinde görülen bir ritüeldir.
Lakin bizim konumuz ritüelin inanç yönü olmayıp, ifadenin mecaz olarak yaşam pratiğimizde ne amaçlarla ve nasıl kullanıldığının bir tespitini yapmaktır.
Günümüz politik arenasında sıkça kullanmayı hak eden “günah keçisi” deyiminin mecaz anlamı, devletin yürütme gücünü elinde tutan kişi veya kişilerin kendi başarısızlıklarını, beceriksizliklerini hatta işledikleri suçları bile ört pas etmek için ilgisiz kimi grup veya şahısları suçlamaları durumunu ifade eder.
Yine, muhteris kimi politik figürlerin ikballerinin önünde engel olarak gördükleri kişi veya kurumları, ilgisiz ve tutarsız argümanlarla sürekli suçlayıp günü kotaracak algılar oluşturma çabası için de “günah keçisi” deyimi isabetle kullanılır. Bu algı eyleminde, “günah keçisi” konumuna sokulmaya çalışılan kişi, zümre veya kurumları kamuoyunun hassas olduğu konu ve değerler üzerinden vurmak ise muktedirlerin bayat bir tarzıdır.
Bu tür karalama ve iftira retoriğinden medet umanlar, kısa süre için başarı sağlayabilirler. Ancak kamuoyunu “balık hafızalı” olarak düşünüp, kendi başarısızlığını her defasında bir “günah keçisine” yüklemek bir söylem biçiminden çıkarak saplantı halini aldığında, söz konusu zat ahali nezdindeki inandırıcılığını kaybeder ve “yalancı çoban” konumuna düşer. Bu gidişatın toplumsal bakımdan tehlikeli yanı muktedirin en nihayetinde kendi yalanına inanması ve yönetim politikalarını, inandığı bu yalanlar üzerine inşa etmeye çabalamasıdır.
Çıkar hırsını frenleme basiretini yitiren muktedir, kamuoyu desteğini yitirdikçe, nafile çabalarla daha çok günah keçisi yaratıp meşru yetkilerini meşruiyet dışı bir biçimde buralarda tüketir.
Neticede, canı yanan ve vicdanı kanayan devasa bir kitle oluşur. İlk başlarda dağınık ve kontrolsüz olan kitle, birkaç dalgalanmadan sonra istikrarlı bir bütün, etkili bir güç haline gelir. Bu bütünün hafızası, yediği darbelerle “balık hafızası” olmaktan çıkıp geriye işleyen bir film şeridi oluverir. Alınmış her darbe, yaşanmış her hukuksuzluk etkin bir motivasyonuna dönüşerek hareketi tetikler. Ve tüm enerjisini kendisini biçen bumerangı çıkış kaynağına, güçlü bir şekilde geri yollamaya verir.
Burada temenni edilen, baskı ve hukuksuzluğun bizzat kaynağı olan iktidar erkinin meşru yolla değişimi olsa da çoğu zaman bunun tersi olur. Ülkenin dengelerini altüst eden bir şahıs veya grubun çıkar hırsı yüzünden toplumsal kurum ve yapıların çoğunda büyük tahribatlar oluşur. Hatta geri dönülmesi imkânsız olan dramatik hadiseler bile yaşanabilir.
Yönetim erki tek elde toplanan otokratik hükümet sistemlerinin siyasal tarihleri bu tür dramatik ve ibretlik değişimlerle doludur. Gelişme adına iktidar erkini ele geçiren kişi veya grup, bir süre sonra ülkeyi kendisine ait bir mülkmüş gibi yönetmeye başlar. Akabinde, kalıcılığını sağlama almak için çevresindekilerin çoğunu suça bulaştırarak yanında kalmaya mecbur eder. Politik basiretsizlik ya da “Politik körlük” olarak ifade edilebilecek bu gidişatın bir gün sonunun geleceği ilk başta akla gelmez. Daha sonra akla gelir ama o zaman da iş işten geçmiştir.
Gelişmelere, “günah keçisi” deyimi çerçevesinde bakıldığında, mazlum “keçi kitlesi” endişe ve korku eşiğini aşıp zalimin karşısına dikilir. Üstündeki “kara” (kara günah keçi’sinden) örtüyü işkencecisine giydirip onu, kendilerine yapıldığı gibi, “günah keçisi” yerine koyarak uçurumuna yollar. Lakin “günah keçisi” ile birlikte bir sürü günahsız keçi de uçuruma kışkışlanır. Öncekinin kullandığı orantısız ve acımasız güce karşılık mazlum kitlenin nefreti harekete geçmiştir artık. Bu nefret, kimi zaman kontrolsüz şiddete dönüşür ve kuşaklar boyu iyileşmeyecek ıstırap dolu travmalar yaratır.
Netice itibariyle, Yahudilerin Kefaret Günü’nde (Yom Kippur), günahlarının affedileceği ümidiyle “kara teke”nin boynuna astıkları “mavi muskalar” ne kadar İsraillileri koruyorsa, mecaz anlamdaki günah keçisine etiketlenen iftiralar da müfteriyi o kadar korur. Lakin bir veya bir avuç kişinin hırs ve çıkar saplantısı yüzünden meydana gelecek toplumsal dramlar, ne yazık ki muhteris ve alçakgönüllü ayırımı yapmaz.
Kâhta Haber/Mustafa KAYAHAN